Eşcinsellik, bir türün bir bireyinin, kendisiyle aynı cinsiyetten bir diğer bireye karşı romantik veya cinsel bir çekim hissetmesi veya bu iki birey arasında cinsel etkileşim yaşanmasıdır. Tarihte, eşcinsellere karşı çok sert ve çok acımasız birçok kampanya yürütülmüş olmasına karşın, bilimin ve toplumsal algının göreceli olarak gelişmiş olması sayesinde, bu karşıtlıklar -hala birçok coğrafyada etkisi hissediliyor olsa da- giderek azalmaktadır. Bu azalmada, bilimsel algımızın gelişmesinin, evrimi çok daha iyi anlamamızın ve doğayla ilgili gerçekleri kavramamızın da, az sonra göreceğimiz gibi çok büyük bir rolü olmuştur.
Günümüzde çok fazla türde eşcinsel ilişkiler tanımlanmıştır. Bunların detaylarına yazımız içerisinde değineceğiz. Ancak ilerlemeden önce, bazı terminolojik açıklamalar yapmak ve konuyu netleştirmek istiyoruz. İngilizce ve Türkçedeki kelime ve karşılık farklılıklarından ötürü birçok yanlış anlaşılma doğmaktadır. Bunların temizlenmesi, konunun anlaşılması açısından önemlidir. Bu sebeple öncelikle şu tanımları yapalım:
Cinsiyet (Sex)
İlk olarak bunun teknik terminolojide Türkçeye "cins" olarak çevrildiğini belirtelim. Ancak burada kafa karıştırmamak ve hele ki Evrimsel Biyoloji'den bu kadar bahsederken, akılların taksonomiye gitmemesi adına halk arasında daha yaygın kullanımı olan "cinsiyet" sözcüğünü kullanacağız. Cinsiyet ("cins"), bir canlının doğuştan, genetik olarak kazandığı, cinsel üremeye yönelik özelliklerin toplamıdır. Bu noktada anlaşılması gereken, az sonra bahsedeceklerimizden bağımsız olarak, eşeyli üreyen her türe ait her bireyin bir cinsiyeti olduğudur. Cinsiyet, sperm ve yumurtanın birleşmesinden ötürü ve birleştiği anda ortaya çıkan bir unsurdur ve dolayısıyla, bir yavru doğarken mutlaka bir cinsiyet ile doğar. Kimi zaman bu cinsiyete, diğerleriyle karıştırmamak adına biyolojik cinsiyet (biyolojik cins) de denebilir. Kısacacinsiyet, bir bireyin genlerinden kaynaklı oluşan üreme organları ve özellikleri ile tanımlanan bir olgudur.
Bilindiği kadarıyla 3 farklı cinsiyet tanımlanmaktadır: erkek, dişi ve erdişi (hermafrodit). X-Y kromozomal sistemine uyumlu olarak evrimleşmiş canlılarda erkekler XY kromozomal kombinasyonu ile, dişiler ise XX kromozomal kombinasyonu ile doğarlar. Hermafroditlik ise bu sistemde birkaç farklı şekilde ortaya çıkabilir; ancak bu etapta, basitçe hem XX'in, hem de XY'nin bir arada bulunmasından kaynaklı olarak ortaya çıktığının bilinmesi yeterli olacaktır. Bir diğer sık karşılaşılan neden de, Y kromozomu üzerindeki SRY geninin X kromozomu üzerine geçmesidir. Genel bir tabiriyle hermafrodit bireylerde iki üreme sistemi de bir arada oluşur.
Biyolojik cinsiyetlerin özellikleri, bu cinsiyetleri doğuran genlerin etkisiyle oluşur. Örneğin eğer ki bu genlerde veya hormonal sistemde bir sıkıntı yoksa, erkeklerin tamamında penis ve testis, dişilerin tamamında vajina ve üreme kanalı oluşacaktır. Buna birincil eşey karakterleri adı verilir. Benzer şekilde, yine bu makalemizde bahsedeceğimiz diğer konulardan bağımsız olarak, sperm ve yumurtanın beklendiği bir şekilde birleşip, çeşitli mutasyonların oluşmadığı durumda tüm dişilerde ergenlikle birlikte göğüsler değişen miktarlarda büyüyecek, erkeklerde göğüste ve yüzde değişen miktarlarda kıllar oluşacaktır. Bunlara ikincil eşey karakterleri adı verilir. Tüm bunlar, dediğimiz gibi sperm ve yumurta birleştiği anda, X ve Y kromozomlarının kombinasyonlarına göre belirlenir ve bireyin veya toplumun cinselliğinden veya yaklaşımlarından bağımsızdır.
Erkek ve Dişi cinsiyetlerinin kromozomlarla ilişkisi...
Ancak bu organlar ve bu organlara bağlı olarak salgılanan hormonlar, bu kişilerin "nasıl hissedeceklerini" tek başına etkilememektedirler. Az sonra değineceğimiz gibi, henüz tam olarak bilinmeyen sebeplerle (ancak muhtemelen genetik, hormonlar, epigenetik ve psikolojinin birleşik bir etkisiyle), bazı bireyler eşeylerinin genel özelliklerinden (ki bu genel özellikler toplumda "normlar" olarak algılanır) farklı şekilde hissetmesine neden olur. Dolayısıyla, bir insanın doğuştan gelen bir özelliği olan "erkeklik" ve "dişilik", onun cinsel faaliyetlerinin nasıl ve hangi cinsiyete yönelik olacağını belirlememeye yetmemektedir. İşte eşcinsellik ile ilgili yanlış anlaşılmaların kökeni, bu noktadaki varsayımdan kaynaklanmaktadır. Anlaşılması gereken, bir bireyin erkek genetik yapısıyla doğmasının, onun dişilerle çiftleşmeye yöneleceğini garanti etmemesidir.
Kimi zaman ise sperm ve yumurtanın birleşmesi sonucunda cinsel organlar tam olarak gelişmez veya hangi cinsiyete ait organların geliştiği tam olarak belirlenemez. Bu durumda olan insanlara interseks adı verilir. Günümüzde, eski zamanların aksine bu insanlar da, tıpkı az sonra bahsedeceğimiz geniş cinsel yönelim yelpazesi (LGBT popülasyonu) gibi sıradan bir varyasyon olarak görülürler. Öyle ki, eskiden bu duruma "atipik (tipik olmayan) genital bölge" adı verilirken, günümüzde daha çok "belirsiz genital bölge" adı verilmektedir. Benzer şekilde bu durum, eskiden "doğum hatası" olarak sınıflandırılırken, günümüzde "doğum varyasyonu" olarak değerlendirilmektedir. Her ne kadar bizim verdiğimiz isimler, doğanın her türlü genetik varyasyonundan bağımsız olsa da, bu yeni tanımlar daha az yargılayıcı ve daha çok tanımlayıcıdır.
Şimdi, toplumun cinsiyet algısından doğan bir kavrama bakalım ve yukarıdaki açıklamalarımızı derinleştirelim:
Toplumsal Cinsiyet (Gender):
En genel tanımıyla toplumsal cinsiyet, cinsiyetlere toplum tarafından yüklenen fiziksel, biyolojik, zihinsel ve davranışsal karakterlerin tümüdür. Cinsiyet, biyolojik ve genel olarak tüm eşeyli üreyen canlılarda görülen bir kavramken, evrimsel patikasından ötürü insan popülasyonlarında bir de "tanımlanmış cinsiyet" veya "toplumsal cinsiyet" kavramı bulunur. Bu kavramın bazı diğer iri beyinli primatlarda da görüldüğü düşünülmektedir.
Bu kavram, insan türünün biyolojik evrimi sonucunda ortaya çıkan kültürel evriminin bir ürünüdür. Evrimsel süreçte edindiğimiz rollerin günümüzde de geçerli olduğu fikrine dayandığı söylenebilir.
Kolay anlaşılması açısından, daha basit bir tanımı erkeksilik (maskulin) ve kadınsılık (feminen) olarak yapılabilir. Bazı fiziksel özellikler, hareketler, davranışlar toplum tarafından "erkeksi" karşılanırken, bazı diğerleri aynı toplum tarafından "kadınsı" olarak karşılanır. Bu yaklaşımların doğrudan biyolojik bir arkaplanı bulunmamaktadır. Üstelik bu ayrım, kültürden kültüre değişebildiği gibi, aynı kültür içerisinde farklı zaman dilimlerinde farklı tanımlar kazanabilir.
Yukarıdaki erkek, davranışları ve fiziksel görünümü itibariyle toplumumuz tarafından "feminen" olarak algılanmaktadır. Çok temel eşey karakterlerinden ötürü (sakalların varlığı, kol kılları, kaş yapısı, vb.) cinsiyetinin "erkek" olduğunu varsayabiliriz. Öte yandan ayna kullanması, kendisine bakması, ellerinin duruş biçimi, saç yapısı, vb. bilgiler toplumsal cinsiyet açısından bu erkeğin "feminen" olarak algılanmasına neden olur. Fakat ne cinsiyeti, ne de toplumsal cinsiyet algısı, bize bu kişinin cinsel yönelimi hakkında bilgi vermemektedir. Feminen yapıda olmasına rağmen, dişilere ilgi duyuyor olabilir. Ancak bu varsayım hatalı da olabilir.
En tipik örnekleri, erkeklere küçükken "mavi" rengin yakıştırılması, "pembe" rengin ise kızlar için kullanılmasıdır. Eğer bir erkek "pembe" giyiyorsa, "kadınsı" olarak yaftalanır. Benzer bir şekilde, küçük bir erkek bebeğinin Barbie ile oynaması, toplumsal cinsiyet kavramı dahilinde, "anormal" olarak görülecektir. Halbuki bu "normlar" ile "anormal" koşulların tarafsız ve bağımsız olarak belirlenmesi olanaksızdır. Ancak bir toplum olarak yaşayan insanlarda, bu kavramlar bireylerin hayatlarına müdahale edilmesini meşru kılacak hale sokulmakta ve hiçbir bilimsel temeli olmayan bir düzlemde, şahsi tanımlar ve keyfi yaptırımlar uygulanabilmektedir.
Yukarıdaki örneğe benzer şekilde, bu fotoğraftaki kişinin ana eşey özelliklerinden ötürü (vücudunun pürüzsüzlüğü, yüzünün parlaklığı, dudaklarının kıvrımları, vb.) dişi olduğunu varsayabiliriz. Ancak giydiği atlet, memelerinin vurgulanmıyor oluşu, taktığı kolye, saç yapısı, vb. sebeplerden ötürü toplumsal cinsiyet açısından "erkeksi" olarak tanımlanmaktadır. Ne cinsiyeti, ne de toplumsal cinsiyeti, bireyin cinsel yönelimi hakkında bilgi vermemektedir.
Bu iki bilginin de bize cinsel yönelim ile ilgili bilgi vermemesini, en kolay şekilde, tek bir bireyin de farklı görünümlerinin toplumsal cinsiyet açısından farklı ve birbiriyle çelişen bilgiler verebilecek olması gösterebiliriz.
Örneğin yukarıdaki ilk iki fotoğrafta, Brad Pitt "feminen" olarak değerlendirilebilecekken, alttaki iki fotoğrafta çok daha "maskülen" olarak değerlendirilebilir. Dört fotoğrafta da, bireyin erkek olduğundan neredeyse kesin olarak emin olabiliriz. Ancak alttaki fotoğraflarda, bu cinsiyete ait ana özellikler daha çok vurgulandığından, toplumsal açıdan da "normal" gibi bir algı oluşmaktadır. Yani giyim tarzından, saç yapısına, sakal bırakma durumuna ve daha nice görsel bilgiye dayanarak bir bireye toplumsal yaftalar yapıştırırız. Eğer ki "erkeksi" bulunan ve bir erkekte "olması gerektiği düşünülen" özellikler daha az vurgulanırsa veya karşı cinsiyete ait olarak görülen özellikler daha fazla ortaya çıkarılırsa, bu durumda "anormal" gibi bir algı oluşur. Halbuki bunlar, toplumun zaman içerisinde belirlediği ve objektif bir temel dayanmayan varsayımları ve çıkarımlarıdır. Dolayısıyla toplumsal yaklaşımlarımız, bireylerin cinsel yönelimlerini yargılamak ile ilgili güvenilir bir kıstas değildir.
Peki bu bahsedip durduğumuz "cinsel yönelim" nedir, şimdi ona biraz değinelim:
Cinsel Yönelim (Sexual Orientation)
Cinsel yönelim, en geniş tanımıyla bir bireyin -eğer duyuyorsa- hangi cinsiyete romantik ve/veya cinsel ilgi duyduğudur. Aynı zamanda cinsel yönelim, hiçbir cinsiyete ilgi duymama durumunu (aseksüellik) da içerir. Bu açıdan cinsel yönelim, dört kategoride incelenebilir: aynı cinsiyete ilgi duyma (eşcinsellik - homoseksüellik), farklı cinsiyete ilgi duyma (heteroseksüellik), iki cinsiyete de ilgi duyma (biseksüellik), hiçbir cinsiyete ilgi duymama (aseksüellik).
Aynı cinsiyetten iki insanın birbirine ilgi duymasına eşcinsellik denir. Genelde eşcinsel olmayan bireyler, karşı cinsiyetten eşcinsel ilişkileri "daha normal" bulurken, kendi cinsiyetlerinin eşcinsel ilişkisini "anormal", "gereksiz", "yersiz" bulabilirler. Yani erkekler için lezbiyenlik çoğu zaman "kulağa daha hoş" gelen bir unsurken (ve gayleri "anormal" görmeye daha meyilliyken), dişiler de gay erkekleri, lezbiyenlere göre daha mantıklı ve çekici bulabilirler. Bunun sebebi, bu düşüncelerin ve hislerin sadece toplumsal yargılarla değil; aynı zamanda hormonlar ve beyindeki sinir faaliyetinin etkisiyle de belirleniyor olmasıdır. Heteroseksüel bir erkek, hemen her ortamda potansiyel üreme kaynağı olarak dişilere çekilecektir ve lezbiyen olması onun için bir engel olarak algılanmayabilecektir. Fakat erkekler arası gay ilişki, çoğu heteroseksüel erkeğin uzak duracağı bir durumdur; çünkü hormonal faaliyetleri bu şekilde süregelmektedir. Ancak bunun, homoseksüeller için de böyle olduğu anlaşılmalıdır: gay bir erkek için dişilerle birlikte olmak "anormal" bir durum olarak algılanacaktır. Bunun sebebi toplumsal yargılardan çok, cinsel yönelimden kaynaklı hormonal faaliyetlerdir. Dolayısıyla, bireylerin cinsel yönelimlerini ve bundan doğan his, istek ve arzularını seçme şansları bulunmamaktadır. Bu yönelim, muhtemelen çok erken yaşlarda bir kere belirlendikten sonra sabitlenmektedir ve değişmemektedir, değiştirilememektedir, artık değiştirilmesine gerek de görülmemektedir.
Daha sonradan yapılan araştırmalar, daha fazla sayıda tanımı da beraberinde getirmiştir. Örneğin var olan tüm cinsiyet ve cinsel yönelimlere ilgi duyma (panseksüellik) veya birden fazla olmak kaydıyla bunlardan spesifik olarak bazılarına ilgi duyma (poliseksüellik) da bu kategoriler içerisinde değerlendirilebilmektedir.
Her ne kadar insanlar biyolojik bir cinsiyet ve o cinsiyete "yapışık" olarak doğan bazı toplumsal cinsiyet tanımları ile, bir toplumun içine doğuyor olsa da, bireylerin her zaman bu tanımlara uyan cinsel yönelimler geliştirmediği görülür. İşte "eşcinsellik" kavramının başladığı nokta, burası olarak görülebilir. Yani her ne kadar bir birey erkek olarak (XY kromozomları ile) doğsa ve bu doğumu nedeniyle, biyolojik ve toplumsal olarak dişilere yönelmesi beklense de, sayısız türde bu durum, bu şekilde gelişmek zorunda değildir. Daha düzgün bir tanımıyla, her erkek doğan birey dişilere, her dişi doğan birey erkeklere yönelmek zorunda değildir.
Burada anlaşılması gereken çok önemli bir noktaya değinmek istiyoruz; çünkü bunun anlaşılmaması, eşcinsellerin yanlış yargılanmalarına neden olmaktadır: bireyler, eşcinsel olmayı seçmemektedirler. Çünkü hiçbir birey, cinsel eğilimini seçemez. Eşcinsel olmayan ("düz") bireyler nasıl ki karşı cinsiyete ilgi duymayı isteyerek yapmıyorlarsa, eşcinseller de kendi cinsiyetlerine ilgi duymayı isteyerek yapmamaktadırlar.
Bu önemli noktayla ilgili çok sayıda araştırma yürütülmektedir. Hemen hemen hepsi, benzer sonuçlara varmaktadır: cinsel yönelim, henüz kesin olarak bilinmeyen nedenlerin etkisi altında, çok küçük yaşta belirlenmektedir ve sonrasında (çok nadir durumlar haricinde) değişmemektedir. Bu durumda, bu kişilerin oldukları gibi kabullenilmeleri toplum açısından en modern ve akıllıcası olacaktır.
Cinsel Kimlik (Gender Identity)
Tüm bu tanımlardan anlaşılabileceği gibi cinsiyetler ve bunların toplumsal karşılıkları, basit birer XX ve XY kromozomu kombinasyonuna indirgenemez. İşte bu durum, bir kişinin kendisini hangi cinsiyetten tanımlıyor olması anlamına gelen cinsel kimlik kavramını doğurmuştur. Yani bir birey, genlerinden veya toplumdan kaynaklı tanımlardan bağımsız olarak, kendi benliğiyle, kendisinin hangi toplumsal cinsiyet kalıbına uyduğunu belirlemesi veya kendi tanımlarını yaratmasıdır. Gerici toplumlarda bu tür yaklaşımlar "şeytani" olarak nitelendirilse de, günümüz modern toplumlarında ve aydın düşünce dahilinde bir bireyin cinsel kimliğinin tamamen kendine ait olması son derece mantıklı ve insan toplumunun ulaştığı medeniyet düzeyiyle uyumludur.
Eğer ki bir bireyin cinsel kimliği, onun biyolojik cinsiyeti ile aynı değilse, bu kişilere transeksüel (transgender) adı verilir. Her ne kadar toplum genelinde bu sözcük "ameliyat ile cinsiyet değiştirme" anlamına gelse de, psikolojik terminoloji açısından illa ameliyatla cinsiyet değişimi gerekmemektedir. Transeksüellik, cinsel yönelimden bağımsız bir olgudur; dolayısıyla transeksüel bir birey yukarıda saydığımız herhangi bir cinsel yönelime sahip olabilir.
Buraya kadar birçok tanımdan bahsettik, ancak bu konuları inceleyen başlı başına bir bilim dalı olarak seksolojiye ucundan bile değinmiş olamadık. Ancak bu tanımların, metin içerisinde ilerlerken size yeterli olacağını düşünüyoruz. Fakat biliniz ki, cinsiyetler psikolojik, sosyolojik, evrimsel, antropolojik, vb. açılardan incelenirken, buraya sığdıramayacağımız, kitaplar dolusu analiz yapılmaktadır ve sadece birkaç satırda bunların irdelenmesi mümkün değildir. Üstelik, bu tanımların çoğu, sürekli olarak gelen yeni veriler ışığında değişmekte, bilim camiası içerisinde yeni tartışmalara neden olmakta ve güncellenmektedir. Bu sebeple, bu verdiğimiz tanımlarla ilgili olarak da çok sabit bir açıklama yapmak pek mümkün olamamaktadır.
Biz burada sizlere olabildiğince temel bir özet verip, çok temel bazı hatalı anlaşılmaları düzeltip, daha detaylı araştırmalarınız için önayak olmayı hedeflemekteyiz. Umarız başarılı oluruz.
Doğada Eşcinsellik: Eşcinsellik Bir "Hastalık" veya "Anomali" Mi?
Eşcinsel erkek aslanlar
Bu noktada gelebilecek ilk itirazlardan bir tanesi, doğada bir olgunun bulunuyor olmasının, onun insan için de doğal olması zorunda olmadığı yönündedir. Evet, bu doğrudur. Örneğin doğada yamyamlığın bulunuyor olması, günümüz toplumları açısından yamyamlığın uygun olduğu anlamına gelmez. Ne var ki eşcinselliği, bu tip kulağa kötü gelen diğer kavramlarla kıyaslayarak bir tutmak, hin bir şekilde yapılan bir akıl oyunundan başkası değildir. Çünkü eşcinsellik, yamyamlığın veya benzeri bazı diğer vahşi davranışların aksine, toplum içerisindeki diğer bireylere hiçbir zarar vermediği gibi, diğer bireylerin istekleri dışında bir şeyler yapmasına zorlanması gibi bir içeriği de bulunmamaktadır. Üstelik, eşcinsellik kavramının doğadışı olması için doğrudan biyolojik herhangi bir sebep de görülmemektedir. Az sonra da değineceğimiz gibi, eşcinsellik sadece günümüzde bir avuç türde görülen bir "anomali" değildir. Tam tersine, evrimsel sürecin ölümcül ve sert testine muhtemelen milyonlarca yıldır direnebilmiş, dolayısıyla doğallaşmış bir davranıştır. Bu sebeple, sadece şahsi inançlar ve düşünceler çerçevesinde, sırf alışılagelmiş tanımların dışarısında gibi gözüküyor olduğu için bir cinsel yönelimi "anormal" saymak ve karşı propaganda yürütmek, en yumuşak tabiriyle insanlık dışıdır. Bu zayıf iddialardan uzaklaşılması ve konunun bilimsel arkaplanının irdelenmesi gerekmektedir.
Her ne kadar eski literatürden kalma bir kalıp olarak eşcinsellik "uygunsuz hayvan davranışları" (inappropriate animal behavior) olarak değerlendirilse de, bilimsel terminoloji hatalı çıkarımlara neden olabilmektedir. Bilim camiası bu terimi kullanırken, şahsi bir görüş bildirme amacı gütmemekte, eski terminolojiden kalma bir sınıflandırmayı kullanmaktadırlar. Zaten sözcüğün "uygunsuz" olarak seçilmesi ("hastalıklı" ya da "anormal" değil!) de anlaşılırdır: zira eşcinselliğin en çarpıcı özelliği, türün üreme başarısını doğrudan sıfırlıyor gibi gözükmesidir (ki az sonra göreceğimiz gibi bu hatalıdır). İşte bu sebeple, doğada baskın olarak görülen davranışlar "uygun", diğerleri "uygunsuz" olarak adlandırılır.
Örneğin Japon makaklarının dişileri, çiftleşmek için çoğunlukla dişileri tercih ederler ve doğal olarak bunu başaramazlar. Dolayısıyla, terchileri her ne kadar dişilerden yana olsa da, erkeklerle de ürerler; kısaca biseksüeldirler (iki cinsiyete de ilgi duyan hayvanlar).
Homoseksüeller bilimsel olarak ne anormaldir ne de hastalıklıdır. Hastalıkların ne olduğuyla ilgili daha detaylı bir makale de hazırlayacağız; ancak en basit tanımıyla bir olgunun "hastalık" veya "anomali" ("anormallik") olarak değerlendirilebilmesi için, o unsurun bireyin ölümüne neden olması veya bireyin yaşam standartlarında fiziksel, biyolojik veya psikolojik bir kötüleşmeye neden olması gerekektedir. Eşcinsellik, bunların hiçbirine neden olmamaktadır (tıpkı heteroseksüelliğin olmaması gibi). Bu konudaki tek olası itiraz, eşcinselliğin üreme şansını sıfıra indirdiği, dolayısıyla biyolojik evrim açısından yüksek bir dezavantaja sahip olması gerektiği yönünde olacaktır. Ne var ki bu itiraz hatalıdır. Zira az sonra göreceğimiz gibi, eşcinsellik üremeye tamamen engel olmaz, üstelik daha önce de değindiğimiz gibi evrimin tüm eleyici ve sert testlerine rağmen günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır.
Eşcinsellik, tamamen doğal olan ve bahsettiğimiz gibi, doğada bolca gözlenen bir varyasyondur. Aslında eşcinsellerin "hastalıklı" olduğu iddiası, insan tarihinde başka özelliklere sahip insanlar için de zamanında kullanılmıştır: örneğin zenciler, cüceler, devler, vb. insanlar için. Günümüzde ise bu ayrımcılığı ve dışlamayı, neredeyse tüm Dünya olarak şiddetle kınamaktayız. Eşcinseller de günümüzün "cadıları" konumunda olan insanlardır ve bu hata da er ya da geç fark edilecektir. Günümüzde nasıl ki bir zenciye ya da uzun boylu birine olağandışı bir yaklaşım sergilemiyorsak, eşcinsellere de tamamen normal bir şekilde yaklaşmak gerekir. Bunu bu şekilde izah etmek zorunda olmak bile, Evrim Ağacı olarak bize itici ve acı verici gelmektedir. Ancak toplum bu gerçeklerle yüzleşene kadar, konunun anlaşılabilmesi için bu şekilde izah etmek durumunda kalmaktayız.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eşcinselliği 70'li yıllarda hastalıklar ve rahatsızlıklar kapsamından çıkarttı. Benzer şekilde Amerikan Psikoloji Derneği (APA) da eşcinselliğin bir tercih olmadığını, doğal olduğunu ve değiştirilemeyeceğini açık ve net bir şekilde belirtti.
APA ayrıca "eşcinsellikten vazgeçirme terapilerinin" bireylere zarar verebileceğini de belirtti (AK/EÜ).
Bilim insanlarının konuyla ilgili görüşleri hiçbir tartışmaya kapı açmayacak kadar net:"Eşcinsellik bir hastalık değildir, dolayısıyla tedavisi de sözkonusu olamaz".
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şahika Yüksel şunları söylüyor:
"Eşcinsellik bir hastalık değildir. 1974'ten beri psikiyatrik ve ruhsal hastalık sınıflamasında kabul edilmiyor. Buna rağmen farklı kültürlerde derecesi değişmekle birlikte, ayrımcılığa ve şiddete maruz kalan, kendi kimliklerini inkar etmeye yönelik bir grup eşcinseller."
Yapılan araştırmaların insanların yaklaşık olarak yüzde 10'luk bir bölümünün eşcinsel olduğunu gösterdiğini kaydeden Yüksel, "Yüzde 10 küçük bir oran olmamasına karşın kültürel ve dini çeşitli önyargılar nedeniyle toplumun diğer kesimlerinde öfke uyandırdığı bir vakıa. İstenilen, bu kimliklerin yok sayılması" diyor ve şunları ekliyor:
APA ayrıca "eşcinsellikten vazgeçirme terapilerinin" bireylere zarar verebileceğini de belirtti (AK/EÜ).
Bilim insanlarının konuyla ilgili görüşleri hiçbir tartışmaya kapı açmayacak kadar net:"Eşcinsellik bir hastalık değildir, dolayısıyla tedavisi de sözkonusu olamaz".
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şahika Yüksel şunları söylüyor:
"Eşcinsellik bir hastalık değildir. 1974'ten beri psikiyatrik ve ruhsal hastalık sınıflamasında kabul edilmiyor. Buna rağmen farklı kültürlerde derecesi değişmekle birlikte, ayrımcılığa ve şiddete maruz kalan, kendi kimliklerini inkar etmeye yönelik bir grup eşcinseller."
Yapılan araştırmaların insanların yaklaşık olarak yüzde 10'luk bir bölümünün eşcinsel olduğunu gösterdiğini kaydeden Yüksel, "Yüzde 10 küçük bir oran olmamasına karşın kültürel ve dini çeşitli önyargılar nedeniyle toplumun diğer kesimlerinde öfke uyandırdığı bir vakıa. İstenilen, bu kimliklerin yok sayılması" diyor ve şunları ekliyor:
"Eşcinsellik hastalık olmadığı için tedavisi de tıp ahlakına uygun değildir. Tedavi bir şeyin ortadan kaldırılması anlamına gelir. Eşcinsellik normal bir durumdur. Ama toplumsal baskılardan dolayı varoluşunu yaşamakta zorlanan kişilerin kendileri ya da yakınlarının, destek almaları mümkündür."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder